HAC & UMRE GEZİLECEK YERLERİN BİLGİLERİ

 

    www.ahmedonal.com  

         

HAC & UMRE NOTLARI

cebeli sevir mağarası

 


SEVR H.z peygamber A.s medineye hicret ederken gizlendiği dağ ve bu dağda bulunan mağrananın adıdır. Haremi şerifin güney doğusunda olup ona 3 km.uzaklıktadır.yaklaşık zirvesi 739 m yüksekte olup çıkış cebeli nura göre kolay fakat zirveye ulaşmak birbuçuk saate yakın sürmektedir.

Rasulullah Sav. ashabının büyük bir bölümünün medineye hicret etmesinin ardından hz.Ebubekir sıddık R.a ile berabar müşrikleri yanılmak için medinenin aksi istikameti yönüne hareket etmiş ve bir müddet sonra takip edildiklerini anlayınca sevr dağına çıkarak burada bulunan sevr mağarasına saklanmışlardır. Peygamber efendimizi Sav.öldürme kararı alın müşrikler Mağaranın önüne kadar geldilersede Allah c.c inayeti ile bir örümcek mağaranın girişine ağını örmüş ve bir güvercinde yuvasında oturur vaziyette olduğunu görünce içeride kimsenin olmadığını zannederek geriye dönmüşlerdir. Üç gün sonra sözleştikleri klavuz develerle birlikte severe gelerek sahil yolundan Medineye doğru hareket etmişlerdir;


Daha önceki gelişlerimde sevr dağı askeri bölge sınırları içinde kadığı için çıkış yasaktı. Artık çıkışı serbest bırakmışlar.

www.ahmedonal.com

 

 

 

 

 

 

ARAFAT

 

Hacıların Kurban Bayramı'nın Arife Günü toplandıkları Mekke'nin doğusundaki tepeye Arafat denir

Mekke-i mükerreme şehrinin yirmi beş kilometre güneydoğusunda, haccın farzlarından biri olan vakfenin yapıldığı yer ( alan ).

Adem aleyhisselam ile Havva validemiz Cennet’ten ayrılıp yeryüzüne indirildikten sonra, Arafat’ta buluşmuşlardır. BuGüne “ Arefe ” bu yere de “ Arafat ” dendi. Arafat’ın hududu Batn-ı Urene üzerinde yükselen dağdan (Vadiyi Urene hariç) Vasıke doğru uzanan Urene Dağlarına ve bu dağların ArafatVadisi ile birleştiği yere kadar olan sahadır. Peygamber efendimizin Arafe günü vakfeye durduğu ve mübarek hutbesini okuduğu yer ise, Arafat ortalarında “ Nabit ” denilen yüksekçe bir tepedir. Bugün burası Cebel-ür-rahme diye bilinmektedir. Adem aleyhisselam ile Havva validemiz, Cebrail aleyhisselamın yol göstermesiyle Arafat Ovasında buluştular. Adem aleyhisselam Arafat Ovasının ortasında bulunan Cebel-i rahme Tepesi üzerinde iken, Allahü tealadan rahmet ve mağfiret dileyip duası kabul oldu. Onun için bu tepe, Cebel-i rahme diye anıldı.

Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Arafat’ın hepsi vakfe yeridir. Mina Vadisinin hepsi kurban kesilecek yerdir.” Arafe günü, Arafat’ın Vadiy-i Urene denilen yerinden başka herhangi bir yerinde öğle ve ikindi namazlarından sonra bir mikdar vakfeye durmak şarttır. Vakfe, Arafat’ta bulunmak demektir.

Allahü teala Kur’an-ı kerimde mealen buyurdu ki: "(Hac mevsiminde ticaretle) Rabbinizden rızık istemenizde bir günah yoktur. Arafat’tan (orada vakfeden sonra Seller gibi) boşanıp (hep birlikte) aktığınız zaman Meş’ar-i Haram’ın yanında Allah’ı zikredin. O, size nasıl hidayet ettiyse, siz de O'nu öylece anın.” (Bakara suresi : 198). Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de buyurdu ki: “Arefe günü Allahü teala Arafat’ta vakfe yapanlardan razı olur. Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek: Bunlar ne istediler ki işlerini bırakıp burada toplandılar.” der.

Arefe günü veya gecesi Arafat’ta bulunmayan veya Arafat’tan geçmeyen hacı olmaz.

www.ahmedonal.com

 

arafat su yolu

Arafat’tan Müzdelife’ye giderken yolun sağ tarafında görünen su kemerleri Mekke’deki ecdat yadigarı eserlerden biri olarak zamana karşı direnmeye çalışıyor.

Su kemerleri ilk olarak miladi 780 yılında Abbasi Halifesi Harun Reşit'in eşi Zübeyde Hanımtarafından Mekke'nin su ihtiyacını karşılamak için yaptırılmıştır. Zübeyde Su Yolu adı verilen su kemerleri uzun yıllar Mekke'ye gelen hacılara hizmet vermiştir.

Zamanla harabeye dönen ve işlevini kaybeden su yolu Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan tarafından 1560'lı yıllarda Mimar Sinan'a yeniden yaptırılmıştır. Önceleri Arafat'a kadar gelen Ayn-ı Zübeyde suyu Mekke'ye kadar getirilmiş ve şehrin merkezide suya kavuşturulmuştur. Zamanında 50.000 altın harcanarak yapılan tarihi su kemerleri, şimdi kaderine terk edilmiş durumda.

Dile kolay, tam 460 yıl boyunca Mekke'ye gelen hacıları suya kavuşturan yaklaşık 25 km uzunluğundaki su kemerleri bugün ayakta kalmak için zamana karşı direniyor.

 

www.ahmedonal.com

 

MÜZDELİFE

 

 

Mekke'de Arafat ile Mina arasında Harem sınırları içinde bulunan bir bölgenin adıdır. Arafat'ta vakfe yapıldıktan sonra Müzdelife'ye gelinir. Burada vakfe yapılır. Bayram gecesini burada geçirmek, vakfeyi Meş'ar-ı Harem'in yakınında yapmak sünnet, bu mevkide vakfe yapmak ise vaciptir. Müzdelife'de vakfe, arefe günü güneşin batmasından kurban bayramının birinci günü güneşin doğmasına kadar ki zaman diliminde yapılır. Bu zaman diliminden, Hanefiler, Kurban bayramının birinci günü fecr-i sâdıktan güneşin doğmasına kadar olan zamanı, Şâfiî ve Hanbeliler, arefe günü gece yarısından fecr-i sâdık'a kadar ki zamanı, Malikiler ise arefe günü güneşin batmasından fecr-i sâdık'a kadar olan zamanı tercih etmişlerdir. Bu zaman diliminde bir müddet Müzdelife'de kalan kimse vakfe yapmış sayılır. Gecenin tamamını Müzdelife'de geçirmek sünnettir. Arefe günü akşam ile yatsı namazı Müzdelife'de yatsı vaktinde birleştirilerek kılınır (cem-i te'hîr). Cemerata atılacak taşlar, buradan toplanır.

www.ahmedonal.com

 

MİNA

 

Minâ Mekke'nin, Müzdelife Minâ'nın, Arafât da Müzdelife'nin kuzeyindedir. Son yapılan asfalt caddelere göre Minâ ile Mekke arası 4,5, Minâ ile Müzdelife arası 3,3 ve Müzdelife ile Arafât arası 5,4 kilometredir. Haccın sünnetleri on birdir. Bunlardan biri de imâmın üç yerde hutbe okumasıdır. Birisi Zilhicce ayının yedinci günü Mekke'de, ikincisi, dokuzuncu günü öğle namazı, öğle ve ikindi namazlarından önce Arafât'ta, üçüncüsü, on birinci (kurban bayramının ikinci) günü Minâ'da okunur. (İbn-i Nüceym)

Kurban bayramının birinci günü güneş doğmadan önce Meş'aril-haram denilen yerden Minâ'ya hareket edilir.Minâ'ya gelince, Mescid-i Hîf'e en uzak olan Cemre-i akabe denilen yerde sağ elin baş ve şehâdet parmaklarıyla iki buçuk metreden veya daha uzaktan Cemre yerini gösteren duvarın dibine nohut kadar yedi taş atılır. Sonra hiç durmadan buradan gidilip kurban kesilir. Bayramın birinci günü Minâ'da olanlar ve bütün hacılar bayram namazı kılmaz. (İbn-i Âbidîn)

Mekke-i mükerremede Minâ pazarında, genç bir tâcir aşağı yukarı elli bin altın değerinde alış veriş yapıyordu. O esnâda, kalbi, Allahü teâlâyı bir an unutmuyordu. (Hâce Behâeddîn-i Buhârî)

www.ahmedonal.com

CEBELİ NUR

 

Cebeli Nur dağı Mekkenin kuzeydoğusunda olup kabeye yaklaşık 5 km.uazaklıktadır. Mekkeden Allahın birliğini ilan edercesine şehaddet parmağı gibi duran zirvesinden 20 metre aşağısında hira mağrası diye anılan aslında mağra olmayıp üst üste yığılmış kaya bloglarından oluşan iki tarafı açık bir boşluğu olan Hira mağarası vardır. Kabeyi gören çıkış tarafı uçurum olduğundan çıkışta bir çok kişi buaradan düşerek can vermesi üzerine burası taşlarla kapatılmış ve yalnızca üst kısmında küçük bir aralık bırakılmış. Buranın açık olduğu senelerde diğer taraftan girip şimdi kapatılan bu yerde hemde ihramlı iken çıkmıştım.Gerçekten kabe yönündeki bu çıkışı oldukça tehlikeliydi.Fakat gerinizden elen kalabalık sizi girdiğiniz yerden çıkmanıza imkan vermiyorve mecburen şimdi kapatılan yerden çıkmak zorunda kalıyordunuz. Fakat bursının kapatılmasıyla mağranın içine girip dua etmek isteyen hacılarla, dua edip çıkmak isteyenler kapı girişinde bayağı bir zoluk çekiyorlar.
Hz.İbrahim aleyhisselamın dinine tabi olan (Hanif) ümmeti , Recep ve ramazan gibi mubarek sayılan aylarda buaya gelip inzivaya çekilirlermiş... Hz.Muhammed (sav) dedesi Abdulmuttalip'de bunlardandı. Rasulullah (sav.)'de 35 yaşlarında iken bu aylarda bu mağaraya gelip gitmeye başladı. Ve Nübüvetinin ilk işaretleri olan Rahmani rüyaları gördüğü altı ay içerisinde buraya gelerek tefekküre dalıyor ve her inişindede kabeyi tavaf ediyordu. Bu mağrada kaldığı sürede su ve yiyeceğini hz. Hatice validemiz acun denilen yere getiriyor ve bazı zamanlarda onuda beraberinde buraya götürüyordu.
Nihayet 610 yılı Ramazan ayının kadir gecesinde Cebrail ufku kaplamış ve bir taht üzerinde otumuş halde asli sureti ile görünerek Alak suresinin ilk beş ayetinden oluşan ilk vahyi burada getirmiş ve peygamberlikle müjdelemiştir.

www.ahmedonal.com

 CENETİMUALLA

 

İslamiyetten öncede mekke mezarlığı olan bu yer mescidi-cin gibi haremi şerife 2 km uzaklıkta olup cin mescidine oldukça yakındır. İslamdan önce ve ilk yıllarında hacun adıyla anılmakta olup sonraları MALAT adıyla anıla gelmiştir.türkçemize çevrilirken mualla diye çevrilmiş ve rasullahın bu kabristan ne güzeldir demesi üzerine Cennetül-Mualla adıyla anılmaktadır..

Burada Peygamber efendimizin dedesi Abdülmuttalip, amcası Ebu Talip zevceleri Hz.Hatice validemiz oğulları Kasım, Abdullah ve Abdullah b.Zübeyr'in de kabirleri bulunmaktadır önceleri bu kabirler kubbeli türbeler olsada 1926 yılında bütün kubbeler yıkılarak mezarları belirleyen taşlar kaldırılmıştır. Aşağıda göreceğiniz üzere bu gün Cnnetül Mualla içinde hiç bir mezar taşı bulunmamaktadır. (bu kabirler zannedersem tazimde ziyerette aşırılığa meydan vermemek için kaldırılmış olup 591 mear taşı bu gün riyaddaki müzede sergilenmekte imiş.)

www.ahmedonal.com

EFENDİMİZ a.s MIN DOĞDUĞU EV

 

Hz. Muhammed (s.a.v.) Milâddan sonra 571 senesi, Fil Yılı'nda, 12 Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke'nin doğusunda bulunan "Hâşimoğulları Mahallesi"nde, babasından kendisine mirâs kalan evde doğdu. Arapların takvim başı olarak kullandıkları "Fil Vak'ası", Peygamberimiz (s.a.v.)'in doğumundan 52 gün kadar önce olmuştu. Abdülmuttalib, torununun doğumu şerefine verdiği ziyâfette çocuğun adını soranlara: "Muhammed adını verdim. Dilerim ki, gökte Hakk, yeryüzünde halk, O'nu hayırla yâdetsinler..." cevâbını verdi. Annesi de "Ahmed" dedi. (Muhammed, üstünlük ve meziyetleri anılarak çok çok övülüp senâ edilen; Ahmed de Cenab-ı Hakk'ı yüce sıfatları ile öven, hamdeden kimse demektir. İslâm târihçileri, Peygamberimiz (s.a.v.)'in

doğduğu gece bir takım olağanüstü olayların meydana geldiğini naklederler. O gece İran Kisrâsı (Hükümdarı)'nın Medâyin şehrindeki sarayının 14 sütûnu yıkılmış, mecûsîlerin İran'da Istahrâbat şehrinde bin yıldan beri yanmakta olan "ateşgede"leri sönmüş, Sâve (Taberiyye) gölü yere batmış, bin yıldan beri kurumuş olan Semâve deresi'nin suları taşmış, mecûsîlerin büyük bilgini Mûdibân korkunç bir rüya görmüş, Kâbe'deki putların yüz üstü devrildikleri görülmüştü. Gerçekten O'nun doğması ile bütün dünyada hüküm sürmekte olan cehâlet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış, zulmün baskısı son bulmuştur.

www.ahmedonal.com

HUDEYBİYE

 

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Medine'ye hicret edeli 6 yıl olmuştu. Bu süre içinde Mekke müşrikleriyle, Medine'de bulunan Müslümanlar arasında, sırasıyla Bedir, Uhud ve Hendek Savaşları oldu. Mekke müşrikleri Medine'yi ele geçirmek, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) öldürmek, Müslümanlığı yok etmek için her çâreye baş vurdular; bütün imkân ve güçlerini ortaya koydular; fakat amaçlarına ulaşamadılar. Müslümanların günden güne güçlenmelerine, sayılarının artmasına engel olamadılar. Ancak Medine dışındaki kabîleler, Müslümanlığın ne olduğunu yeterince bilmiyorlardı. Kâbe'nin komşusu ve koruyucusu olduğu için saygı duydukları Kureyş kabîlesi, kendi içlerinden çıktığı halde Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini kabûl etmemiş, hatta onu yurdundan çıkarmışlardı. Bu yüzden, Müslümanlığın Medine dışındaki kabîlelere tanıtılabilmesi ve geniş ölçüde yayılmasının sağlanabilmesi için, Mekkelilerle barış yapılmasına ihtiyaç vardı. Peygamberimiz, Mekkelilerle barış yaparak, diğer kabîlelerle serbestçe ilişkiler kurmayı arzu ediyordu. Diğer taraftan, Mekkeli Müslümanlar, doğup büyüdükleri ve her şeylerini bırakıp ayrıldıkları yurtlarını çok özlemişlerdi. Her namazda yöneldikleri kutsal Kâbe'yi 6 yıldan beri ziyâret edemiyorlardı. Kâbe'yi ziyâret, bütün Müslümanların en büyük ortak özlemleri olmuştu.

Hicretin 6'ıncı yılı, Peygamberimiz, rüyasında Kâbe’yi ziyaret ettiklerini gördüğünü, yakında hep birlikte Mekke’ye gideceklerini ashâbına müjdeledi. Hazırlıklar tamamlandı. Savaş yapılması yasak olan aylarda bulunuyorlardı. Müslümanların amacı savaş olmayıp, yalnızca Kâbe'yi ziyâret etmekti. Mekkelileri telâşlandırmamak için, ashâbının silah taşımalarına izin vermemiş, sadece yolcu silâhı olarak birer kılıç almışlardı. Hac için Mekke'ye gelecek düşman kabîlelerle yolda karşılaşmamak için, Kâbe ziyâretini hac günlerinden önce yapmayı uygun görmüştü. Yanlarındaki 70 kurbanlık deveyi işaretlediler ve Zülhuleyfe'de "umre" niyetiyle ihrama girdiler. Yol güvenliğini sağlamak için 20 kadar süvâriyi öncü olarak gönderdiler.

Mekkeliler, Hz. Peygamberin Kâbe'yi ziyâret için yola çıktığını duyunca telâşlandılar. Müslümanları Mekke'ye sokmamağa karar verdiler. Velîd oğlu Hâlid ve Ebû Cehil'in oğlu İkrime'yi 200 süvâri ile öncü olarak gönderdiler. Peygamberimiz, Mekkelilerin bu kararını önden gönderdiği gözcüleri aracılığıyla öğrendi. Sağ tarafa sapıp, yol güzergâhını değiştirerek, Hudeybiye'ye kadar ilerledi.

Bu sırada bir elçi, Kureyşin, Müslümanları Mekke'ye sokmamak için müşrik kabilelerle anlaştığını ve savaş hazırlığı içinde olduklarını haber verdi. Peygamberimiz savaş amacıyla değil, sâdece Kâbe'yi ziyâret için gelmişti. Kureyş'le görüşmek üzere Hz.Osman’ı Mekke'ye gönderdi. Hz. Osman, Ebû Süfyân ve diğer Kureyş ileri gelenleriyle görüştü. Maksatlarının sâdece Kâbe'yi ziyâret olduğunu anlattı. Mekkeliler: -Hepinizi Mekke'ye bırakırsak, Araplar, "Kureyş Müslümanlardan korktu," derler. Fakat istersen Kâbe'yi sen tavâf et, hepiniz birden olmaz, dediler. Hz. Osman, Kâbe'yi Müslümanlardan ayrı olarak ziyâret etmeyi kabûl etmedi. -Rasûlullah (s.a.v.) tavâf etmedikce, ben de etmem, diyerek tekliflerini reddetti. O'nun bu davranışı Mekkelileri kızdırdı, göz hapsine aldılar ve dönmesine izin vermediler.

Hz. Osman'ın gecikmesi, Müslümanları telâşlandırdı. Öldürüleceğine dâir söylentiler çıktı. Böyle bir ihtimâle karşı Peygamberimiz (s.a.v.) gereken tedbirleri aldı. Müslümanları Allah yolunda yapacakları savaşta, canlarını fedâ etmekten çekinmeyeceklerine dâir, kendisine söz vermeye çağırdı. Hudeybiye'de bir ağacın altında, bütün Müslümanlar sırayla Peygamberimizin ellerini tutarak biat ettiler. Allah yolunda ölünceye kadar savaşmağa, düşmandan kaçmamaya söz verdiler. Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'de, Hudeybiye'de Rasûlullah (s.a.v.)'e bîat eden mü'minlerden hoşnut olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple, İslâm Târihinde bu bîata "Rıdvân Bîatı" adı verilmiştir. Müslümanların kararlılığını ve Hz. Peygamber’e bağlılıklarını gösteren bu bîatın Mekkeliler üzerindeki etkisi büyük oldu. Derhal Hz. Osman'ı serbest bıraktılar ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'le barış yapmak üzere Amr oğlu Süheyl başkanlığında bir heyet gönderdiler.

Uzun müzâkere ve tartışmalardan sonra kabûl edilen barış şartları şunlardır:

  • Müslümanlar bu sene Kâbe'yi ziyâret etmeden dönecekler, bir yıl sonra ziyâret edecekler.
  • Müslümanlar Kâbe'yi ziyâret için geldiklerinde, Mekke'de üç günden çok kalmayacaklar ve yanlarında birer kılıçtan başka silah bulundurmayacaklar.
  • Müslümanların Mekke'de bulunduğu günlerde, Kureyşliler Mekke dışına çıkacaklar, Müslümanlarla temâs etmeyecekler.
  • Mekkelilerden biri Müslümanlara sığınırsa, Müslüman bile olsa, geri verilecek; fakat Müslümanlardan Mekkelilere sığınan olursa, geri istenmeyecek.
  • Kureyş dışında kalan diğer kabileler, iki taraftan istediklerinin himâyesine girmekte ve anlaşma yapmakta serbest olacaklar.
  • Bu anlaşma on yıl geçerli olacak, bu müddet içinde iki taraf arasında saldırı ve savaş olmayacak.

Müslümanlar anlaşma metninden son derece üzgündü. Büyük bir ümit ve heyecanla gelmişlerdi. Oysa şimdi Kâbe'yi ziyâret edemeden döneceklerdi. Anlaşmanın yazılması henüz bitmişti ki, Süheyl'in oğlu Ebû Cendel, ayağındaki zinciri sürükleyerek çıkageldi. Babası onu Müslüman olduğu için, zincire vurarak hapsetmişti. Her nasılsa kurtulmuş, bin bir güçlükle Mekke'den kaçmış, Müslümanlara sığınmağa gelmişti. Süheyl oğlunun geri verilmesinde isrâr etti. Aksi halde anlaşmayı imzalamadan döneceğini söyledi. Bütün çabalara rağmen, inadından dönmedi. Barışın sağlanabilmesi için, Ebû Cendel'in müşriklere teslimi gerekiyordu. Çektiği işkenceleri ve acıklı hâlini anlatarak müşriklerin elinde bırakılmamasını isteyen Ebû Cendel'i Rasûlullah (s.a.s): -Ey Ebû Cendel, biraz daha sabret, pek yakında Yüce Rabbim sana ve senin gibilere kurtuluş yolunu açacaktır, diye teselli etti.

Hudeybiye Barışı'nın hemen bütün şartları, Müslümanların aleyhine görünüyordu. Fakat barışın Müslümanların yararına ve sonucun lehlerine olacağını Peygamberimiz biliyordu. Bu nedenle, barışı sağlamak için, aleyhlerinde görünen en ağır şartları kabûl etmişti. Dönüşte yolda "Fetih Sûresi" indi, Cenâb- Hakk Hudeybiye anlaşmasının Müslümanlar için zillet ve yenilgi değil, aksine zafer olduğunu bildiriyordu. Gerçekten Hudeybiye anlaşması, Müslümanlığın Medine dışında yayılmasına bir başlangıç oldu. Mekkeliler o zamana kadar Müslümanlara, dağılıp yok olmağa mahkûm, derme-çatma bir topluluk gözü ile bakıyorlardı. Bu anlaşma ile Müslümanları bir devlet olarak tanımış oldular. Anlaşmadan sonra Müslümanlarla müşrikler arasında görüşme ve temâslar arttı. Hz. Peygamber (s.a.s) İslâm'ı serbestçe yaymağa başladı. Hudeybiye anlaşmasından Mekke'nin fethine kadar geçen 21 aylık devrede Müslüman olanların sayısı, İslâm'ın doğuşundan, Hudeybiye Barışına kadar geçen 19 yılda Müslüman olanların sayısından kat kat fazla oldu. Hayber'in ve Mekke'nin fethi gibi zaferler, Hudeybiye anlaşmasının sonucudur. Hudeybiye Barışı 2 yıl devâm etti.

Hudeybiye Anlaşma şartlarına göre, diğer Arap kabîleleri, iki taraftan birinin himâyesine girmekte, anlaşıp birleşmekte serbesttiler. Buna göre, Huzâa kabîlesi, Müslümanların Benî Bekir (Bekir oğulları) kabîlesi de Kureyş'in himâyesine girmişti. Hicretin 8'inci yılı Şaban ayında, Benî Bekir kabîlesi, Peygamberimizin himâyesinde bulunan Huzâa kabîlesine ansızın bir gece baskını yaptı. Esâsen iki kabîle arasında öteden beri düşmanlık vardı. Bu baskında Benî Bekir, Kureyşten yardım ve teşvik görmüş, hatta İkrime, Safvân ve Süheyl.. gibi ileri gelen bir kısım Kureyş gençleri baskında bizzat bulunmuşlardı. Baskın sonunda Huzâalılardan 23 kişi ölmüş, sağ kalanlar Harem-i Şerîf'e sığınarak kurtulabilmişlerdi. Bu olay üzerine Huzâalılar, 40 kişilik bir heyetle Medine'ye geldiler. Hz. Muhammed (s.a.v.)'e durumu anlatıp yardımını istediler. Hz. Muhammed (s.a.v.) son derece üzüldü. Kendilerine yardım edeceğini va'detti. Kureyş'e derhal bir elçi göndererek: Öldürülen Huzâalılardan diyetlerinin ödenmesini, veya Benî Bekir Kabîlesinin himâyesinden vazgeçilmesini istedi. İki şarttan biri kabûl edilmediği takdirde, Hudeybiye Anlaşmasının bozulmuş sayılacağını, bildirdi. Kureyşliler, ilk iki şartı kabûl etmeyip Hudeybiye anlaşmasını bozduklarını bildirdiler. Daha önce fiilen bozdukları antlaşmayı, böylece resmen de bozmuş oldular.

www.ahmedonal.com

 

CİRANE

 

Resulullah (s.a.v) efendimiz Mekke-i Mükerremeyi fethet mek için geldiğinde umre ihramına girmemişti. O bir savaşçı olarak değil bir Fatih olarak Mekkeye girmişti. O bağlan yeni den birleştirmek, dostluğu te´sis etmek, aradan geçen uzun ay rılıktan sonra kardeşliği ilan etmek istiyordu. Sevgi, nefret edi ci gönülleri cezbeder; kaçan ve ürken akılları eski haline geti rir. Ve sükunete kavuşturur.

Peygamber efendimiz ihramsız olarak Kabeyi tavaf etti. Çünkü gelişi, umre ibadeti ya da Ka´beyi tazim etmek için de ğildi. Fetih işlerini tamamladıktan sonra yaraları sarmak, gö nülleri hoşnud ve Halid bin Velid´in açtığı yaraları tedavi et mekle uğraştı.

Hevazinlilerin îslam ordusuna saldırı hazırlığı içinde olduk larını öğrenince de onlarla karşılaşmak gereğini hissetti. Neti cede uzun bir muharebe oldu. Ancak bu muharebenin sonuçları parlak oldu. Peygamber efendimiz Taife kadar onları izledi. Taifi muhasara altına aldı. Ancak haram ayların geldiğini gö rünce Cirane´ye döndü. Cirane, ihram makatlarından biridir. Orada Umre ihramına girdi. Umre niyetiyle gelip Beytullaha girdi. Bu umreyi Zilkade ayında yapmıştı. Bu ayın bitmesine altı gece kala Medine-i Münevvereye döndü. Hicretin sekizinci senesi olan bu senede hacc etmedi. Yerine niyabetle de hac et tirmedi. Haccın eda ediliş şekillerini, araplarm eskiden beri yapageldikleri şekilde bıraktı. Ancak hac yapmak isteyen müslü-manlarla birlikte îtab bin Üseyd´i rehber olarak bıraktı. îtab onlara hac ettirdi. Peygamber efendimiz Medine-i Münevere´ye dönerken îtab bin Üseyd´i emir olarak bıraktı.

Mevahibül-ledunniye şerhinde de anlatıldığı gibi îtab yirmi yaşlarında idi. Peygamber efendimiz o yaşta olmasına rağmen îtab´ı kendisine halef olarak bıraktı. îtab´m ameli mübarek, ni yeti de halisti. Elinde bulunan şeylerle kanaat eder, asla ta mahkarlık yapmazdı. Peygamber efendimiz ona günlük bir dir hemi rızık olarak verirdi. O da bununla yetinip razı olurdu. Da ha fazlasını istemezdi. Başkalarını da kanaatli olmaya davet ederek şöyle derdi:

"Uy insanlar! bir dirhemle doymayan kimseyi ALLAH aç bı raksın. Resulullah (SAV) bana hergün için bir dirhem maaş bağladı, artık hiç kimseye ihtiyacım yok!"

Peygamber (S.A.V.) efendimiz, umreden sonra Kur´anı Ke rim hafızı ve Sünnet ravisi Muaz bin Cebel´i İtab bin Üseyd´in yanında yardımcı olarak bıraktı. Muaz´m görevi, insanlara İsla ma öğretmek ve dini hükümleri bildirmek ve aynı zamanda Kur´anı Kerimi ezberletmekti. Zaten insanların cahiliyyetten yeni koptukları ve Medine-i Münevvere halkı gibi Kur´anın göl gesinde yaşamadıkları, hatta Kur´ana düşman olarak hayatla rını sürdürmüş olduklarından dolayı buna muhtaç idiler. Her ne kadar belağatli kimseleri Kur´anın mertebesini; onun yüce olduğunu ve hiçbir şeyin ona üstün olamıyacağını biliyorduysa-lar da ona yine muhtaç idiler.

Peygamber (s.a.v.) efendimiz Umresini tamamladıktan son ra Cirane´ye döndü, orada fazla beklemedi. Yalnız ortada kalan ganimetleride paylaştırdı. Oradan Medine-i Münevvereye doğ ru yola çıktı. Zilkade ayının sona ermesine, altı gece kala Medi ne-i Münevvereye vardı. Taiflileri de şirkleri üzerine bıraktı. Her ne kadar onlar cahiliyet taassubundan kopup İslam´a mey-letmekteyseler de yine de müşriklik halinde bulunuyorlardı.

Öte yanda Malik bin Avf, zaman zaman çevredeki müşrikle re ve Sakıflilere baskınlar yapıyordu. Peygamber efendimiz onu yanına yakın kılıp ikramda bulundu. O da müslüman oldu ve îslami hayatı güzelce yaşadı. Bundan sonra da müşriklere baskınlar yapıyor ve çevredeki müşriklerin yavaş yavaş Islama doğru meylettiklerini kalplerin yumuşadığını haber veriyordu.

www.ahmedonal.com

 UHUT

 

Bedir’de ağır bir yenilgiye uğrayan Kureyşliler, Müslümanlardan intikam almak için reisleri Ebû Süfyân’a savaş hazırlıklarına hemen başlaması hususunda baskı yapıyorlardı. Bedir Gazvesi’ne sebep olan kervanın malları Dârünnedve’de muhafaza ediliyordu ve Müslümanlara karşı kullanılmak üzere Ebû Süfyân’ın emrine verilmişti. İntikam hisleri yanında, Müslümanların, Suriye-Mısır ticaret yolunu kesmeleri ve kervanlarına baskınlar düzenlemeleri de onları endişeye sevkediyordu. Kureyşliler, çevredeki dost ve akraba kabilelerden de yardım alarak topladıkları 3.000 kişilik bir orduyla Bedir Gazvesi’nden bir yıl sonra Medine’ye doğru yürüdüler. Rasûl-i Ekrem, Cahiliye döneminin kin ve nefret duygularıyla Bedir’in intikamını almak isteyen Kureyş ile Medine dışında savaşmak istemiyordu. Ancak Bedir Gazvesi’ne katılmamış bazı gençler ile düşman ordusunun ekili arazi ve bahçelerini tahrip etmesine kızan Ensârdan bazılarının ısrarı üzerine 1.000 kişilik orduyla şehre 5,5 km. uzaklıktaki Uhud’a gitmeye karar verdi. Yolda, münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl 300 kadar adamıyla ordudan ayrılıp şehre geri döndü. Yanında kalan 700 sahabesiyle Uhud dağı eteklerine gelen Rasûlullah, Müslümanların en büyük sancağını Mus‘ab b. Umeyr’e, Evs’in sancağını Üseyd b. Hudayr’a, Hazrec kabilesinin sancağını Sa‘d b. Hubâb’a teslim etti. Arka tarafı emniyete almak için Ayneyn tepesine Abdullah b. Cübeyr komutasında elli okçu yerleştirdi ve onlara, savaşın seyrine bakmaksızın, kendisinden bir emir gelmedikçe yerlerinden ayrılmamalarını emretti. İki ordu 7 Şevval 3 (23 Mart 625 ) Cumartesi günü karşılaştı ve Müslümanlar başlangıçta Kureyşlileri püskürtüp geri çekilmeye mecbur bıraktılar. Düşmanın bozulup kaçmaya başladığını gören okçular, kumandanları Abdullah b. Cübeyr’in bütün ısrarlarına rağmen yerlerinden ayrılarak ganimet peşine düştüler. Ayneyn tepesinin stratejik önemini tıpkı Rasûlullah gibi takdir eden Kureyş ordusunun süvari birliği komutanı Hâlid b. Velîd, Müslüman okçuların yerlerinden ayrıldığını görünce, savaşın kaderini değiştirecek bir hamle ile yerinde kalan birkaç okçuyu şehit ederek İslam ordusuna arkadan saldırdı. Bu hamlenin ardından savaşın seyri bir anda değişti ve başta Hz. Peygamber’in amcası Hz. Hamza olmak üzere yetmiş Müslüman şehit oldu. Şehitler arasında Abdullah b. Cahş, Mus‘ab b. Umeyr ve Abdullah b. Cübeyr de vardı. Rasûlullah miğferinin halkaları iki şakağına battığı için yüzünden yaralandı, alt dudağı kanadı ve dişi kırıldı. Ayrıca Rasûlullah’ın öldürüldüğüne dair yayılan yalan haberin etkisiyle çatışmalar yavaşladı. Müslümanlar Uhud dağının eteklerine çekilerek Hz. Peygamber’in; müşrikler ise Ebû Süfyân’ın etrafında toplandılar; iki ordu birbirinden ayrıldı ve savaş sona erdi. Savaşta 37 veya 22-23 kişi kayıp verdikleri rivayet edilen Kureyşliler, Bedir’in intikamını aldıklarını hissettiler; Rasûlullah’ı öldürememişlerdi ama O’nun amcası Hz. Hamza’yı şehit etmişlerdi. Ebû Süfyân’ın karısı Hind bint Utbe, Bedir’de öldürülen babası Utbe, kardeşi Velîd ve amcası Şeybe’nin intikamını almak üzere Hz. Hamza’nın ciğerini alıp çiğnemiş ve Hz. Hamza’ya attığı mızrakla şehit eden Vahşî b. Harb’e vaad ettiği ödülü vermiştir.

Uhud’da şehitlerin cesetlerinin müşrikler tarafından parçalanması, kulak ve burun gibi uzuvlarının kesilmesi (müsle) Müslümanları büyük acıya boğmuş, bazı Müslümanlar da buna karşılık olmak üzere müşrik cesetlerine aynı muameleyi yapmak istemişlerdi. Fakat bu konuda nazil olan Nahl suresinin 126. ayeti ve Hz. Peygamber’in uyarısı üzerine bu düşüncelerinden vazgeçtiler.

Hz. Peygamber Uhud şehitlerini ve Uhud’da yaşananları hayatı boyunca unutmamış, Uhud şehitlerini her yıl ziyaret etmiş, ömrünün son günlerinde de bu ziyaretini tekrarlamıştır. Uhud Gazvesi daha sonraki dönemlerde de Müslümanlar tarafından gerekli derslerin çıkarılması açısından ibretle yâd edilegelmiştir.

Uhud savaşına on civarında kadın sahabe katılmış ve askerlere su dağıtımı, yaralıların tedavisi gibi hizmetlerde bulunmuşlardır. Hz. Peygamber’in azatlısı Ümmü Eymen, Ümmü Umâre, Hz. Fâtıma, Hz. Âişe ve Ümmü Süleym bunlar arasındadır. Özellikle Ümmü Umâre, Müslümanların zor durumda kaldıkları sırada Hz. Peygamber’in etrafında düşmanla yalınkılıç vuruşmuş, Hz. Fâtıma da Hz. Peygamber’i yaralandığı sırada tedavi etmiştir.

Uhud Gazvesi’yle ilgili olarak şu hususu belirtmek gerekir; şayet Müslümanlar tıpkı Bedir’deki gibi Uhud’da da Kureyşlilere büyük bir darbe indirmiş olsalardı, Rasûlullah’ın esas hedefine ulaşması, Kureyş’i İslam’a kazandırması belki de çok zorlaşacak, Cahiliye zihniyetinin beslediği kin ve intikam duyguları daha canlı bir şekilde bu kabilede yaşamaya devam edecek, mesela Hudeybiye Antlaşması’nın sağladığı imkânlar gerçekleşmemiş olacaktı. (Uhud Gazvesi’yle ilgili olarak bazı ayetler nazil olmuştur bk. Âl-i İmrân 3/120 vd., bilhassa 139-142, 156, 165)

www.ahmedonal.com

Hz HAMZA

 

Uhud günü düşmanla yaka paça olurken Efendimiz’in önünde sadece amcası ve sütkardeşi Hz. Hamza vardı. ‘Allah’ın aslanı’ diye anılan Hz. Hamza’nın eliyle o gün Allah (celle celâluhû), düşman arasından otuz bir kişiyi öldürmüştü. Düşman sancaktarlarından bazılarını da o öldürmüş ve böylelikle bidâyette yaşanan hezimette önemli bir rol oynamıştı. Elbette böyle bir aslanın çok düşmanı olurdu. Aynı zamanda Hz. Hamza, Bedir’de Cübeyr İbn Mut’im’in[1] amcası Tuayme İbn Adiyy’i öldürmüştü. Bunun üzerine Cübeyr, kölesi Vahşî’yi yanına çağırmış ve:

– Şâyet sen, benim amcama mukabil Muhammed’in amcası Hamza’yı öldürürsen hürsün, demişti. Bir köle için hürriyet, en önemli meseleydi ve Vahşî de ümitlenmiş, hürriyetine kavuşacağı güne ulaşabilmek için Hz. Hamza’yı öldürmenin hayalleriyle yatıp kalkıyordu. Mızrak atmakta mahir olduğu için artık kendini bileğine adamış, sürekli atış talimleri yapıyordu.

Onun için Uhud, çok önemli bir fırsattı ve o, savaş devam ederken Uhud meydanında sürekli Hz. Hamza’yı kolluyordu. Ancak onun yanına yaklaşmaya imkân ve ihtimal yoktu; önüne gelenin kellesini yere indiriveriyordu. Onu hedefleyip de karşısına dikilen herkes, daha ne olduğunu anlayamadan kendini cansız yerde buluyordu.

Onu uzaktan gördüğünde Vahşî, hedefinden emin olmak için yanındakilere sordu:

– Şu adam kim?

– Hamza!

– Aradığım adam, dedi kendi kendine ve ağaçların veya taşların arkasına saklana saklana ona yaklaşmaya başladı. Her adımı, onu hedefine biraz daha yaklaştırıyordu. Tam o sırada Hz. Hamza’nın karşısına Sibâ’ İbn Abdiluzzâ çıkmıştı:

– Gel bakalım, diyor ve onun da işini bitirmek için yanına çağırıyordu. Derken birkaç darbede onu da altına almış, işini bitirivermişti. Bu sırada Vahşî yaklaşabileceği en yakın mesafeye kadar gelmiş ve bir taşın arkasında gizlenmiş fırsat kolluyordu. Bir aralık Hz. Hamza’nın zırhı açılıvermişti; Vahşî için tam zamanıydı ve elindeki mızrağı fırlatıverdi!

Mızrak, sinesine saplanmıştı. O hâldeyken bile Vahşî’nin üstüne yürümek istedi; ancak buna imkân yoktu. Vahşî ise hâlâ yaklaşmaktan çekiniyor ve tamamen hareketsiz kalmasını bekliyordu.

Derken Hz. Hamza, şehitlerin pîri olarak ruhunu teslim etti. Artık Vahşî, hürriyetini elde etmiş bir insandı. Zaten başka da bir gayesi yoktu ve yanına gelip mızrağını Hz. Hamza’nın sinesinden çıkardı; karnını yardı ve ciğerini söküp önce Hind’in yanına gitti. Onun da Hz. Hamza’ya diş bilediğini biliyordu; zira Bedir’de babası dâhil yakınlarını Hz. Hamza öldürmüştü. Belli ki, yaptığı iş karşılığında takdir de görmek istiyordu. Geldi ve:

– Bu Hamza’nın ciğeri, dedi. Gözleri dört açılmıştı Hind’in; rüyalarına girip hayallerini süsleyen bir konuda finali yakalamış olmanın heyecanı vardı üzerinde!

Ve Vahşî, gerçekten de beklediği takdiri görecekti; tuttu Hind, önce Hz. Hamza’nın ciğerini ağzına alarak çiğnemeye başladı, yutamayınca da onu ağzından çıkararak dışarı attı. Kin ve nefretin zirveye çıktığı demlerdi. Ardından da Vahşî’ye döndü ve gösterdiği bu başarıdan dolayı boynundaki gerdanlık ve kolyelerle üzerindeki kaftanını ona hediye etti. Aynı zamanda, Mekke’ye döndüklerinde kendisine on dinar vereceğini taahhüt etmişti.

Bu da kesmemişti Hind’in nefret hislerini. Ardından elinden tuttu Vahşî’nin ve kendisine Hz. Hamza’nın yerini göstermesini söyledi.

Derken yanına kadar geldiler. Tuttu, bu sefer de mübarek vücudunu parçalamaya başladı; burun ve kulaklarını kesmiş, onları süs diye boynuna asarak dolaşmaya başlamış, Mekke’ye dönünceye kadar da onları boynundan çıkarmamıştı.

Aynı zamanda Hind, yüksek bir taşın üstüne çıkmış avazı çıktığı kadar bağırarak yaptıklarını insanlara ilan ediyor, Bedir’in intikamını almış olmanın verdiği zafer sarhoşluğuyla kendilerini yüceltip göklere çıkarırken Müslümanları yerden yere vurmaya çalışıyordu.

Onun o gün ağzının payını verecek de yine bir başka Hind olacaktı; Hind Binti Üsâse de, beri taraftan mukabelede bulunuyor ve daha nice Bedirler geleceğini ilan ederek Utbe’nin kızı Hind’in sesini kesmeye çalışıyordu.Durumdan efendisini de haberdar eden Vahşî, Mekke’ye döner dönmez de hürriyetine kavuşacaktı.                                                         www.ahmedonal.com

YEDİ MESCİTLER

 

Hendek savaşı hicretin 5. yılı vuku bulmuştur. Bedir ve Uhudda ağır kayıplar veren Mekkeliler intikam amacıyla civar kabileleri ve Yahudileri de yanlarına alarak 10.000 kişilik bir orduyla Medine’yi muhasara etmişlerdi. Efendimiz ise ashabıyla istişare ederek, Selman-ı Farisinin teklifi üzerine müşrikler Medine’ye gelmeden şehrin etrafına hendekler kazmışlardı. Hendeğin uzunluğu 3 km civarında idi. Genişliği ve derinliği yaklaşık 6 -7 m idi. Allah rasulu (s.a.v.) her on kişiye 20 m.lik bir alan vermiş ve hendek kısa sürede kazılarak tamamlanmıştı.

20 günlük bir muhasaradan sonra kazılan hendek karşısında ellerinden bir şey gelmeyen Mekkelilerin çadırları,araç ve gereçleri şiddetli bir rüzgarla darmadağın olmuş, kalplerine büyük bir korku girmiş ve bir sürü ganimeti geride bırakarak Mekke’ye dönmek zorunda kalmışlardı.

Savaştaki komuta noktalarına Osmanlılar tarafından yedi adet küçük birer mescid yapılmıştı.Günümüzde bunlardan 4 ü mevcuddur. Bunların en ünlüsü Fetih Mescididir. Bu Mescidin inşa edildiği yerden Hz.Peygamber düşmanın hareketini gözetlerdi. Burada namaz kılar, Müslümanların muzaffer olmaları için Hak tealaya C.C. niyaz ederdi.

www.ahmedonal.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KIBLETEYN

 

Mescid-i Nebevi'ye 5 Km uzaklıkta bulunan ve ilk adı Ben-i Selime Mescidi iken Resul-i Ekrem'in namaz kıldırdığı sırada kıblenin Mescidi Aksa'dan Kabe'ye çevrilmesi üzerine ''İki Kibleli Mescit'' anlamına gelen bugünkü adını almıştır.

İslamın ilk yıllarında namazlar, Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'ya doğru kılınıyordu. Peygamber Efendimiz kıblenin Kabe olmasını yani namazların Kabe'ye dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allah(CC)'den gelecek emri bekliyordu. Hicretten 18 ay kadar sonra Peygamber Efendimize beklediği müjde gelmişti. Şaban ayının 15. günü(Berat Kandilinde) Hz Peygamber, öğle veya ikindi namazını kıldırdığı esnada ikinci rekatın sonunda aşağıdaki Ayet-i Kerime indi:

''Seni elbette hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde hemen Kabe'ye doğru dön. Ey müminler sizde nerede olursanız olun (namazda) oraya doğru dönün'' (Bakara 144)

Bunun üzerine Hz. Peygamber namazı bozmadan hemen Kabe istikametine döndü, cemaat de saflarıyla birlikte döndüler. Böylece Kudüs'e doğru başlanan namazın son iki rekatı Kabe'ye yönelinerek tamamlandı. İşte bu bakımdan bu mescide ''Mescid-i Kıbleteyn'' yani İki Kıbleli Mescit denir.

Mescid-i Kıbleteyn, Medine valisi Ömer bin Abdülaziz, Memluk Sultanı Kayıtbay ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde büyük onarım ve imarlar görmüştür. Son olarakta 1987'de Suudi Hükümeti tarafından yeniden inşa edilen Mescid-i Kıbleteyn'in Kabe tarafına mihrap, Kudüs tarafına ise Bakara Suresinin 144. ayeti ile bir pano konulmuştur. Mescidin iç kısımları modern tarzda süsleme motifleri ile ve Türk Hattatı Hasan Çelebi'nin yazdığı celi sülüs ve kufi hatlarla bezenmiştir.

www.ahmedonal.com

 

 

 

 

 

 

 

MESCİDİKUBA

 

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Hicret esnâsında binâ ettiği ve içinde ashabıyla birlikte namaz kıldığı, İslâm'da inşa edilmiş ilk mescid. İslâm'ın yükseliş devri arefesinde ve tam anlamıyla bir dönüm noktasında bina edildiği için önemli hatıralar taşır.

Hicret yıllarında Kubâ küçük bir köyden ibaretti. Başlangıçta Medine'ye uzaklığı altı mil kadarken, Hicret'ten sonra yeni açılan ulaşım yolları ile gelişme göstermiş, Medine'nin de büyümesiyle aradaki mesâfe bugün kapanmıştır.

Mekke'den Medine'ye hicret eden ilk muhâcirler Kubâ'ya vardıklarında orada Amr b. Avfoğullarının hurma kurutma yerini tesviye ederek, namaz kılmaya başladılar. İçlerinde Hz. Ömer (r.a.)'in de bulunduğu bu ilk muhacirlere en güzel Kur'an okuyanları olan Ebû Huzeyfe'nin azadlısı Sâlim imamlık yapıyordu (İbn Sa'd, Tabakâtu'l-Kübrâ, Beyrut 1985, III, 87, IV, 311).

Hz. Peygamber, Kubâ'ya Rebîulevvel ayının ortalarında bir pazartesi günü ulaştı. Orada, Amr b. Avfoğullarının yurdunda onların himâyesinde bulunan Külsüm b. Hidm'in evinde bir müddet misâfir oldu. Târihi kaynaklar Rasûlüllah'ın burada kaç gün kaldığı konusunda ihtilaf etmektedirler. Buhârî'nin Hicret'le ilgili bir rivâyetine göre, on küsur gece kalmıştır (Buhârî, Menâkıb, 45). Bu, İbn Sa'd'ın on dört gün kaldığına dair rivayetine uygundur (bk. İbn Sa'd, Tabakâtü'l Kübrâ, l, 235).

Hz. Peygamber (s.a.s), ilk muhacirlerin namaz kıldığı Külsüm b. Hidm'in hurma harmanındaki sahayı genişleterek Kubâ Mescidi'ni bina etti. Mescid kare şeklindeydi ve ebadları 66x66 zira idi (yaklaşık 32X32 m). Hz. Peygamber (s.a.s), Kubâlılardan taş getirmelerini istemiş, onlardan birini alıp kıble tarafına koyarak, Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.anhum)'in de aynı şekilde sırayla taş koymalarını emir buyurmuştu. Hz. Osman (r.a.)'ın Kubâ'da bulunduğu ve Allah Rasûlü'nün onun da temele taş koymasını emrettiği ve bunun hilâfetin sırası olduğu rivayeti ise zayıftır. (Semhûdî, Vefâü'l-vefâ, Mısır 1326, I, 180).

Mescid'in yapımında en büyük gayreti Ammar b. Yâsir göstermiştir. Bu bakımdan kendisi için "İslâm'da ilk mescid bina edendir" denilmiştir (İbn Hişâm, es-Siretün-Nebeviyye, II, 143). Abdullah b. Revâha da hem çalışıp, hem şiir söylüyor, mü'minlerin yorgunluklarını hafifletiyordu (Sahih-i Buharı Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, X, 106).

Amr b. Avfoğullarını kıskanan Ganem b. Avflar Hz. Peygamber (s.a.s)'in Tebük seferi sırasında, Kubâ'da bir mescid daha yaptılar. Ancak amaçları müslümanların arasını açmak, cemaati bölmek ve Hz. Peygamber'e bir tuzak hazırlamaktı. Liderleri olan Ebû Âmir er-Rahip, Bizans'tan yardım istemeye gitmişti.

Tebük Seferi dönüşünde Zû Evan denilen mevkide konaklayan Allah Rasûlünün yanına gelerek yaptıkları mescidde namaz kılmaya davet ettiler. Hz. Peygamber (s.a.s), dâvete icabet etmeye hazırlanırken Allah tarafından uyarıldı ve bundan vazgeçti:

"Zarar vermek, (hakkı) tanımamak ve mü'minlerin arasını açmak ve önceden Allah ve Rasûlü ile savaşmış olan (adamın gelmesin)i gözetmek için bir mescid yapanlar da var. "İyilikten başka bir niyetimiz yoktu " diye de yemin edecekler. Halbuki Allah onların yalan söylediklerine şâhitlik eder. Orada asla namaza durma. Tâ ilk günden takvâ üzerine kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever" (et-Tevbe, 9/107-108).

Ayette geçen "Takva Mescidi"nin hangisi olduğu hususunda farklı rivayetler ve yorumlar vardır. Mehmed Vehbî Efendi: "Esası takva üzerine bina kılınan mescidden murad, Mescid-i Nebevî olma ihtimali var ise de âyetin evveli ve âhiri Mescid-i Kubâ olmasına delalet eder" diyor (Konyalı Mehmet Vehbi, Hulasatü'l-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, VII, 152). Âyette zikri geçen "temizliği seven erkekler" ifadesi ile Kubâ halkı kasdedilmiştir. Çünkü onlar su ile istincayı âdet haline getirmişlerdi (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, ilgili âyetin tefsiri). Ashâb-ı Kiram'dan Ebû Eyyûb el-Ensârî ve Urve "Takva Mescidi"nin Kubâ Mescidi olduğu görüsündedirler (İbn Sa'd, Tabakâtü'l kübra, I, 244). İbn Kayyim el-Cevziyye birisinin takvâ temeli üzerine kurulmuş olduğunu söylemenin diğerini nefyetmiyeceğini, her ikisinin de takvâ temeli üzere kurulmuş olduğunu belirterek ihtilâfı çözmektedir. (Zâdü'l-Meâd, Beyrut 1986 I, 395).

Kubâ Mescidi Hz. Peygamber (s.a.s)'in, düzenli olarak Cumartesi günleri, zaman zaman da Pazartesi günleri ziyaret etmeyi âdet haline getirdiği bir mesciddi. Oraya bazen binekli olarak bazen yaya gider ve namaz kılardı. Bir hadîs-i şeriflerinde bunu müslümanlara da tavsiye ederek şöyle buyururlar: "Kim güzel bir şekilde abdest alır, sonra Kubâ Mescidine gelir ve orada namaz kılarsa onun için umre sevabı vardır" (ibn Mâce, ikâme, 198; Tirmîzi, Sâlat, 242).

Mescid-i Nebevî ve Medine'deki dokuz mescid gibi Kubâ Mescidinde de eğitim ve öğretim devam etmekte idi. Hz. Peygamber buraya her gelişlerinde buna nezâret ederdi (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, Trc. Salih Tuğ, İstanbul 1980, II, 893; İbn Abdilber'den).

Hz. Ömer (r.a.) halifeliğinde pazartesi ve perşembe günleri burayı ziyaret eder, Kubâ çok uzak bir yerde olsaydı devesini oraya ulaşmak için yine süreceğini ifade ederdi (İbn Sa'd, I, 245).

Ashâb-ı Kiramdan Sa'd el-Kurazi buranın müezzinliğini yapmaktaydı.

Bilâl-i Habeşî'nin Hz. Peygamber'in vefatı üzerine üzüntüsünden Mescidi Nebevî'nin müezzinliğini bırakması üzerine Sa'd orada görev yapmaya başladı.

Kubâ Mescidi Hz. Osman ve Ömer b. Abdülaziz tarafından genişletildi. Daha sonra bir çok defa tamirat görüp yenilendi. 1245 (1829) yılında Sultan II. Mahmud tarafından imar edilen tek minareli ve düz tavanlı Mescid, Suudî Arabistan hükümeti tarafından yıkılıp kubbeli ve çifte minareli olarak büyütülerek yenilenmiştir.

www.ahmedonal.com

 

 

 

 

 

 

 

 

MESCİDİCUMA

 

 

 

Mescidi Cuma, 755’te abbasi halifesi El-Mansur’un aynı adı taşıyan çok sütunlu camii yerinde kuruldu. Melikşah’ın camii 1121’de Batıniler tarafından yıkıldı. Sonradan tekrar tuğladan yapıldı. Camiye selçuk eseri niteliğini kazandıran, 1121-1157 yılları arasında avluyu kuşatan revakların ortalarına konan birer eyvandır. Cami, Selçuklulardan sonra ilhanlılar (1310), Muzafferîler (1366), Akkoyunlular (1475) ve Safeviler (1531) devrinde birtakım eklerle genişletildi. Cuma, kuzeyden güneye 170 m derinliği, doğudan batıya 140 m genişliğiyle, düzgün olmayan bir alanı kaplar. Avlunun ekseni üzerinde bulunan büyük bir eyvandan, caminin harem kısmına geçilir. Burası büyük bir kubbeyle örtülüdür. Güney eyvanının sağ ve sol tarafındaki tuğladan minareler, akkoyunlu Uzun Hasan zamanında yaptırıldı. Cuma mescidinde ilgi çeken başka bir özellik de, dört köşeden kubbe yuvarlağına geçişi sağlayan içi döşeli köşe bingileridir

www.ahmedonal.com

MESCİDİBULUT

 

Sevgili Peygamberimiz, Mescid-i Nebevi'ye 500 metre uzaklıkta bulunan bu alanda Bayram namazlarını kıldırır ve yağmur duası yaptırırdı. Bu alana, Musalla yani namaz kılınan açık alan yada namazgah manasına gelen Mescid-i Musalla adı verilmişti.

Peygamberimiz(sav) Bayram namazı kıldırırken veya yağmur duası yaptırırken kendisini bir bulutun takip etmesi ve gölgelemesi üzerine Musalla Mescidine bulut manasına gelen Gamame Mescidi adı verilmiştir.

Gamame Mescidi ilk olarak Ömer bin Abdülaziz tarafından yaptırımıştır. Osmanlı Sultanı I. Abdülmecit tarafından çok kubbeli ve minareli olarak yeniden inşa edilen mescit, Sultan II.Abdülhamit tarafından kapsamlı bir onarımdan gecirilmiştir.

Dikdörtgen yapı şeklinde ve birbirinden farklı büyüklükte 10 kubbeden oluşan mescit, havadan bakıldığında bir bulut görünümündedir.

www.ahmedonal.com

Hz EBUBEKİR MESCİDİ

 

Sevgili Peygamberimizin(sav) zaman zaman bayram namazı kıldırdığı, Hz. Ebubekir(ra)'in de halifeliği zamanında bayram namazı kıldırdığı mescittir.

İlk kez Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz tarafından Hicri 91 yılında inşa edilen mescit, zaman içerisinde onarımlar görmüş ve son olarakta Osmanlı Sultanı II. Mahmut tarafından Hicri 1254 yılında yenilenmiştir. Halen giriş kapısında Sultan II. Mahmut'un tuğrası bulunan mescit, Osmanlı mimari tarzını korumaktadır.

www.ahmedonal.com

HZ ÖMER MESCİDİ

 

Mescid-i Nebevi'ye 450 metre uzaklıkta bulunan Hz. Ömer Mescidi, günümüzde ıssız, mahzun ve hüzünlü bekleyişini sürdüren mescitlerden sadece birisi.

Sevgili Peygamberimizin(sav) Bayram namazı kıldırdığı ve sonrasında Hz. Ömer(ra)'in bu adeti devam ettirdiği yerdir. Bu hatıratı yaşatmak için ilk olarak Muhammed İbn Ahmet tarafından Hicri 850 yılında buraya bir mescit yaptırılmıştır.

Osmanlı Sultanı II. Mahmut tarafından Hicri 1254 yılında yeniden inşa edilen mescit, Hicri 1266 yılında Sultan I. Abdülmecit tarafından yenilenmiştir.

 

www.ahmedonal.com

 

Hz ALİ MESCİDİ

 

 

 

Mescid-i Nebevi'ye 300 metre uzaklıkta bulunan mescit, diğer mescitler gibi kapalı ve bakımsız durumdadır. İran'lı hacıların yoğun olarak ilgi gösterdiği mescit, Suud askerleri tarafından korunmakta ve kimse yanına yaklaştırılmamaktadır.

Hz. Ali Mescidi ilk olarak Halife Ömer bin Abdülaziz tarafından Hicri 91 yılında inşa edilmiş, daha sonra Hicri 1269 yılında Osmanlı Sultanı I. Abdülmecit tarafından yenilenmiştir.

www.ahmedonal.com

MESCİDİ BİLALİ HABEŞİ

 

 

 

Bilâl-i Habeşî hazretleri, ilk îmân edenlerden olup, müşriklere karşı Müslüman olduğunu açıkça bildiren yedi kişiden biridir. Müslüman olmadan önce, Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden Ümeyye'nin kölesi idi.

O zamanlar, her yerde olduğu gibi, Arabistan'da da korkunç bir câhiliyet vardı. İçki, kumar, zinâ, hırsızlık, zayıfları ezme, zulüm ve ahlâksızlık nâmına ne varsa hepsi yapılıyordu.

Güçlü kimseler, zayıf kimseleri köle olarak kullanıyorlardı. İşte bu kölelerden birisi de, Bilâl-i Habeşî idi. Fakat bunun diğerlerinden farklı bir hâli vardı. Son derece mert ve dürüst idi. Bunun için Ümeyye, bunu kervanının başını koyar, mallarını bunun vâsıtasıyla uzak yerlere gönderirdi.

Bilâl-i Habeşî hazretlerinin diğer bir özelliği de, sesinin çok güzel olmasıydı. Bunun için düğün ve şenliklerde aranan bir kimseydi.

www.ahmedonal.com

CENNETÜLBAKİ

 

Suudi Arabistan'ın Medine kentinde yer alan ve Müslümanlarca kutsal sayılan birmezarlıktır.

Bu mezarlık, Mescid-i Nebevi'ye çok yakın bir noktada ve doğu tarafındadır. Müslümanların Medine'de ikamet ettikleri süre içinde, Peygamberin ve iki vezirinin kabirlerinin ziyaretten sonra, her gün Cennet'ul Baki Mezarlığı'nda yatan,ashab-ı kiramın ve diğer müslümanların kabirlerini ziyaret etmeleri müstehaptır.

Bu kabristanda, yaklaşık onbin sahabinin medfun olduğu rivayet edilir. İmam Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste, peygambere Cebrail gelmiş ve:

Ey Muhammed! Rabbin sana, ehli bakii ziyaret etmeni, onlar için mağfiret dilemeni emrediyor." demiştir.

Başka bir sahih hadiste de: Ben baki ehline dua etmek için oraya gönderildim. dediği rivayet edilir.

Osman bin Maz'un, bu mezarlığa ilk defnedilen sahabidir. Başka bir rivayete göre, ilk defnedilen Esad bin Zuraraolmuştur. İslam dinine göre, ziyaretçiler Baki ehlini cümleten selamladıktan sonra, Ebubekir ve Ömer'den sonra bu ümmetin en hayırlısı olarak kabul edilen Osman bin Affan'ın kabrini ziyaretle başlar.

Peygamberin oğlu, İbrahim de bu kabristanda medfundur. Yanında Rasulullah'ın kız kardeşi RukıyyeOsman bin Maz'un gibi büyük sahabilerin kabirleri vardır.

Peygamberin amcası Abbas'ın ayak ucunda Ali'nin oğlu Hasan yatar. Fatıma ve Hüseyin başının da burada olduğu rivayet edilmektedir.

Hatice ve Meymune dışında, Peygamberin hanımları da burada medfundurlar. Bu kabristanda peygamberin halasıSafiyye gibi daha nice büyük şahısların kabirleri vardır.

Şeyh Şamil de bu mezarlığa defnedilmiştir.[1]

www.ahmedonal.com

 

 

 

 

 

 

 

MEDİNE GARI OSMANLI TİREN İSTASYONU

Hicaz Demiryolunun son durağı olan Medine Garı, Sultan II. Abdülhamit tarafından Medine'de yaptırılan anıt eserlerden biridir. Muhteşem gar binası Osmanlı İmparatorluğu'nun acılı alın yazısına benzer şekilde mahzun ve hüzünlü bekleyişini sürdürüyor.

Sevgili Peygamberimizin ruhaniyeti rahatsız olmasın diye Medine şehir girişine yapılan gar binası ve gürültü çıkarmasın diye raylara keçe döşenmesi ecdatımızın Peygamber sevgisini gösteren sadece iki örnektir. Allah onlardan razı olsun.

www.ahmedonal.com

 

 

ANBERİYE CAMİİ

 

Anberiye cami, Osmanl Sultanı II. Abdülhamit tarafından Medine Gar binasının tam karşısına yaptırılmıştır. Osmanlı mimarı tarzının tüm özellliklerini yansıtan cami, iki minareli olarak yapılmıştır. Anberiye Cami, diğer Osmanlı eserleri gibi kapısına kilit vurulmuş ibadete açılmayı beklemektedir.

 

www.ahmedonal.com